Malthus demiştir ki, insan nüfusu artacak ama gıda üretimi ona yetişemeyecek. Peki ya ben size bunun tersinin gerçekleştiğini söylesem ve bunun kanıtı olarak da fazla kilolarınızı göstersem?
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, dünyamız ve hali hazırdaki teknoloji rahatlıkla bugünkünün kat be kat fazlası insanı kaldırır. Şöyle başlayayım: 2019 yılında Demokratik Kongo’nun kişi başı geliri yaklaşık 800 dolarken, Katar’da 100.000 dolardı. Ayrıca bu milli gelirler de ülke içinde şahıslara eşit dağılmadığı gibi dünya halklarına da eşit dağılmıyor. Bunun dışında örnek verirsek şu anda dünyada üretilen buğdayın (ve diğer ürünlerin) önemli bir kısmı fiyatların düşmemesi için imha edilmektedir, bir de diğer ürünleri düşünün siz. Ortodoks bilimin sınırlarının dışına çıkmadan dahi çok daha fazla insanın karnını doyurmak mümkün. Malthus’un fakirlere yardım edilmemesi gerektiğini söylediğini de ekleyeyim. Bazı takipçileri de fakirlerin kısırlaştırılması gerektiğini savunmuştur.
Kilolara gelelim: Kalp ve şeker zaten dikkatinizi çektiyse yaygın. Bu hastalıklar tarih boyunca zengin hastalıkları olarak bilindi, çünkü yakın zamana kadar birkaç yılda bir kıtlık oluyordu ve o zamanlarda sadece çok zenginler karınlarını gerçekten doyurabiliyordu. Birçok insan için ekmek ve bira (birkaç yüzyıl öncesinin temel gıda ürünleri) dahi sınırlıydı ve başka birşey bulmak ise çok daha lükstü. Bu çapta en son açlık ülkemizde 2. Dünya Savaşı sırasındaydı. Et alamamak ayrı bir şey, birçok protein eksik kalabilir, fakat en azından ekmek, makarna, pilav, kuru fasulye, tavuk döner vs neredeyse limitsiz ve oldukça ucuza bulunabiliyor. Yani ihtiyacımız olan kalorileri alabiliyoruz. En son ne zaman açlıktan bir deri bir kemik kalmış insan gördünüz?
Çin’de binyıllarca şöyle bir döngü yaşanmıştır: Bir hanedan iktidara gelir, bolluk ve barış olur, nüfus artar; kıtlık, açlık salgınlar, doğal afetler olur, savaş çıkar, hanedan devrilir ve yeni hanedanla süreç tekrar başlar. Benzeri bir olay, Ortaçağda ağır pulluğun icad edilmesiyle Avrupa’nın nüfusu artmıştır, müthiş bir yoğunluk olmuştur, 14. Yüzyıldaki salgınla nüfus çökmüştür, sonra 200 yılda yeniden eski haline gelmiştir. Bir olayda, Kolomb sonrasında kıtalar arası ürün ve teknoloji alışverişi olmuş ve bu da nüfusu patlatmıştır.
İstisnasız bütün canlılar fazla yiyecek buldu mu daha fazla yavru yapar. Çocukluğumda okuduğum bilimsel bir kitapta şöyle bir döngü vardı: Birkaç tane fare ve yeteri kadar ot vardır, fareler bu otları yer, farelerin sayısı artar, sonra onları yemeye avcı hayvanlar gelir ve bu sırada otlar azalmaya başlamıştır, daha çok avcı hayvan gelir ve bu sırada otlar tükenmiştir ve hayatta kalanlar göç etmek zorunda kalır, birkaç fare kalınca otlar yeniden uzamaya başlar ve döngü tekrar başa döner. Peki ya biz niye yavru yapmıyoruz? Aslında moderniteye kadar biz de böyleydik. Tabi o zamanlar çocuk ölümü de çoktu. Sonra doğum oranları yavaş yavaş düşmeye başladı ama hala nüfusun artması için gereken seviyenin üstündeydi. Sonra 1956’da Elvis, biraz daha sonra Beatles ve en sonunda 1968 yılı ve ikinci dalga feminizm geldi. Böylece doğum oranları çökmeye başladı. Şu anda Afrika haricindeki dünyada doğum oranları yenilenme eşiğinin altında. Doğum oranlarının gelir seviyeleriyle ters orantılı olduğu zannedilir ama Bulgaristan, Gürcistan gibi doğu bloğu ülkeleri de fakir ama doğum oranları düşük. Bu ülkelerin Afganistan gibi yerlerden farkı, gelir seviyesinin düşük olmasına karşın eğitim seviyesinin tıpkı zengin ülkeler gibi yüksek olmasıdır. Tersine Suudi Arabistan zengin olmasına karşın eğitim seviyesinin nispeten düşük olması nedeniyle doğum oranları daha yüksektir.
Ajanda 21 diye bir şey var. Görünürde dünyayı ve çevreyi koruma. Fakat gerçekte nüfusu azaltma planıdır! Ayrıca düşük nüfusun kontrol edilmesi de daha kolaydır. Global plütokrasi bizi işe yaramaz yiyici (useless eater) olarak adlandırıyor. Hitler öldürdüklerine ve kısırlaştırdıklarına böyle diyordu. Neden size yıllarca nüfus kontrolü propagandası yapıldı? Üstelik bunlar fakirlerin, azınlıkların ve siyasi muhaliflerin hadım edilmesini ve öldürülmesini savunmuştu çok yakın zamana kadar.
Calhoun adlı bir bilimadamı insan ile inanılmaz benzerlik gösteren bir canlı olan farelerle deney yapmaya başlar. Deney ortamında; onları avlayacak düşmanlar yoktur, hastalıklar anında tedavi edilir, sınırsız yiyecek ve içecek vardır, binlerce fareye yetecek de yer vardır. Başta nüfus hızla artar. Fareler bir süre sonra aşırı sosyal olur. Zamanlarının çoğunu yuvalarının dışında geçirir. Bu arada kelli felli fareler fazla yuvalara el koyar ve yer olmasına karşın o bölgelere diğer farelerin girmesine izin vermez. Doğum oranları azalmaya başlar. Fareler vahşileşir. Cinsi sapıklık ve yamyamlık başlar. Anneler de yavrularını umursamamaya başlar. Bu arada bazı fareler de odalarına çekilir, üremeyi tümden bırakır ve bütün gününü tüylerini temizleyip düzeltmekle geçirir ki bunlara Calhoun ‘güzeller’ adını verir. Bu güzelleri ayrı bir yuvaya koysa bile onlar artık üremeyi önemsemez. Sonunda yavru ölüm oranı %100 olur ve bütün fareler yaşlılıktan ölünce yavru doğmadığı için popülasyon yok olur. Günümüze çok benzemiyor mu? Global plütokratlar ile odalara el koyan kelli felli fareler arasında bir benzerlik yok mu? Bütün gününü tüylerini temizlemekle geçiren farelere benzeyen hiç mi insan yok? Cinsi sapıklık ve aşırı şiddet yok mu? Peki ya yeni anneler yavrularını ne kadar önemsiyor?
Benim görüşümü sorarsanız sorunumuz modernitedir. Dikkat ederseniz 25. Evrende (Calhoun’un farelerle yaptığı 25. ve son deneyde) de yiyecek ve içecek sınırsız olmasına rağmen yer her ne kadar ihtiyaçtan çok fazlası da olsa sınırlıydı. Dünya da sınırlı. Ama uzay değil. Fakat ne olursa olsun bence ciddi bir kültür devrimi olmaksızın türümüz yok olmaya mahkum. Bence bu durum; salgınlardan, nükleer kıştan, Yellowstone’dan, göktaşlarından ve Skynet’ten çok daha ciddi ve riskli bir tehlike.
Benim görüşüm bunlar. Peki ya siz ne düşünüyorsunuz?
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!