ABD, Kanada, Avrupa, Avustralya, Yeni Zelanda… Biz bu ülkelerin cennet olduğunu zannederiz. Ancak sadece buralar elitler ve kültürel marksistler için cennettir.

Bu ülkelerde kuvvetler ayrılığı vardır çünkü eğer düzen bir kuvvetin iplerini kaybederse öbür kuvvetler ile kaybedilen kuvvetin ipleri yeniden ele alınır. Güçlü ve bağımsız yargı vardır çünkü zaten bu kuvveti yönetenler seçimlere tabi değillerdir ve zaten elitlerin istediği kişiler ancak o koltuklara gelebilir. Güçlü medya vardır çünkü zaten birilerinin elinde olan bu medyanın düzenin aleyhine konuşması mümkün değildir; medyanın düzendeki misyonu ise halkın gerektiği yerde düzen lehine manipüle edilmesidir. Seçimler de göründüğünün aksine kesinlikle hilesiz ve demokratik değildir; düzen partileri birbirlerine çok yakın partilerdir ve bu büyük partilerin misyonu aslında halkın çıkarını savunan kimselerin önünü kesmektir; zaten birbirine çok yakın partiler olduğu için kim kazanırsa kazansın hiçbirşey değişmeyecektir; değişim isteyen bir aday eğer bir şekilde sıyrılmayı başarırsa işte o zaman demokrasi rafa kaldırılır; ABD, Hollanda, Fransa, Avusturya ve birçok ülkenin seçimlerine kendi devletlerinin, popülistlerin kazanmasını engellemek için bizzat anti demokratik müdahalelerde bulunduğu açıktır. Sözde sansürün olmadığı bu ülkelerde sansürün adı ‘Yalan haber’ ve ‘Nefret suçu’ olmuştur. Sözde insan hakları da düzenin işine gelmediği yerde kılıflar bulunarak delik deşik edilebilir.

Batı ülkelerinde halk umutsuz olduğu için popülistlere yöneldi. Batıda onyıllar boyunca insanların durumu sürekli iyileştiği için kılıflı faşizmi çok önemsemediler; nitekim Çin’de demokrasi olmamasına karşın halk sürekli zenginleştiği için muhalefet hemen hemen hiç yoktur. Fakat 2008 krizinden beri işler değişti. Eric Hoffer, zenginken fakir düşenlerin toplum hareketlerine en istekli katılan kesim olduğunu söylemiştir. Şu anda batıdaki milenyal kuşak, ebeveynlerinin onların yaşında olduğu halinden daha fakir; yani aşağı doğru sosyal mobilite gerçekleşti. Kapitalizm manipülasyonlarla tüketimi dayatıyor ama çocuk ne yaparsa yapsın asla bir lamborghini alamayacağının farkına varmış durumda. Batıda sperm sayıları yarının bile altına düşmüş durumda. Doğru düzgün denetlenmeyen aşıların sakat bıraktığı ve bırakabileceği çocuklar konuşuluyor. İşsizlik çok arttı. Ülkeler kendi vatandaşlarına sahip çıkmayı bıraktı. Hastahaneler hastaları daha hasta ediyor. ABD’de amacı halkı devletten korumak olan anayasanın 2.maddesini ihlal eden bir sürü silah kontrolü yasası şimdiden çıktı ve çok ağırları da yolda.

Ülkeler ‘Biz asla yasal göçe karşı değiliz, biz illegal göçe karşıyız’ diyorlar. Aslında yerlilerin işlerini çalanlar zaten legal olarak batıya gidenler. Somali’den, Hindistan’dan giden bilgisayar mühendisleri var. İllegal göçmenler ise zaten çöpçülük, tarla marabalığı, hamallık gibi en alt işleri yapıyorlar ki zaten genelde vasıfsızlar. Günümüzde aksine batıda birsürü üniversiteli işsiz var. Batı ülkeleri vatandaşını korusaydı vasıfsızları alır, aksine vasıflıları almazdı.

Sözde entegrasyon politikaları göçmenleri entegre etmek bir yana onları kızdırıyor ve kendi anayurt toplumlarına daha bir kenetlenmesini sağlıyor. Zaten gerçekte entegre olmalarını istediklerini de kesinlikle düşünmüyorum. Göçmen işçiler bir ülkede ucuz işçi olarak çalıştırılıp ücretleri düşürürler; grev zamanı grev kırıcı olarak kullanılırlar ve sendikalaştırılmaları da normal işçilere göre çok daha zordur. Bundan dolayı göçmenler yerliler tarafından hiç sevilmezler. Halbuki yerliler ve göçmenler birlikte hareket edebilse göçmenler ucuza çalışmayacak, yerliler ise işlerini ve sosyal haklarını kaybetmeyecektir. İşte burada entegrasyon politikaları göçmenlerin kendi haline bırakılması ve ezilmekten korunması durumunda zaten kendiliğinden gerçekleşecek olan entegrasyonu engellemek için kullanılmaktadır. Ama göçmenlerin ezilmişliği gelecek tarihlerde ciddi sorunlara da yol açacaktır. Batı medeniyeti Malthusçuluk, materyalizm, feminizm, eşcinsellik ve kürtaj yüzünden milyarlarca evladını daha ana rahmine düşemeden veya düşmesinin üzerinden çok geçmeden yoketmiştir. Göçmenler bir jenerasyon sonra batı ülkelerinde çoğunluk olacaktır. Yerliler tehlikenin sakallılardan sarıklılardan geleceğini zannediyor. Yanılıyorlar. Tehlike aksine Ahmed Aboutaleb ve Sadiq Khan gibi aslında asimile olmuş ama derisinin rengini ve kimliğini unutmamış kişilerden gelecektir. Bunlar aslında samimiyetle batı değerlerini benimsemelerine rağmen geçmişlerinde ezilmişliklerinden dolayı tribalisttirler. Kendi soydaşını üstün tutmak ve kendi soydaşı olmayanları düşman görmek anlamına gelen tribalizm başta Kenya ve Nijerya olmak üzere pekçok Afrika ülkesinin belası olmuştur. Avrupalıların Amerika kıtasında ve Afrikada neler yaptığını biliyoruz. Haiti isyanıyla özgürlüklerini ve bağımsızlıklarını kazanan zenciler eskiden efendileri olan bütün beyazları öldürmüşlerdi. Şimdi batıdaki göçmenlerin torunları yerlileri, bir jenerasyon sonra kısırlaştırmaya başlayacaklar, gettolara dolduracaklar, ikide bir saldıracaklar, mallarına el koyacaklar. Siyahların egemenliğine geçen Zimbabwe ve Güney Afrika’da beyazların başlarına neler geldiğini biliyoruz; kendi metropolleri bile onlara sığınma vermedi.

Birçok insanın cennet zannettiği batının sıradan insanları aslında bir kabusu yaşıyor ve bunun demokratik yollarla bir çözümü de yok. Allah büyüktür diyeceğiz; başka ne diyebiliriz ki?

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir