Henri Bergson ahlakı ikiye ayırır: Birincisi geleneksel toplum kuralları ve ikincisi ise üstün insanların sorgulayarak bulduğu doğru ve yanlış. Benim görüşüm de böyledir.

Toplum kuralları aslında o kadar da bilgece belirlenmiş şeyler değildir. Bu kurallara yüzlerce binlerce yıl boyunca bir şeyler katmış veya bir şeyleri değiştirmiş insanlar çoktur. Bu kimseler arasında gerçek bilgeler olduğu gibi toplumların içinde etkili olabilmiş çıkarcılar ve üçkâğıtçılarda vardır. Zaten bir parça birinden bir parça öbüründen şeklinde olduğu için deyim yerindeyse ucubeye dönmüştür. Çünkü örnek olarak bir bilge bir nasihati bir nedenle söylemiştir, ancak dikkatsiz başka birisi o nedenin değişmesi veya kendi nasihati sonucu değiştirmesine rağmen önceki bilgenin nasihati geçerliliğini korumuş ama nedeni ortadan kalktığı için o nasihatin manası kalmamıştır. Bu durumlar aslında pek çok zaman altında kötü niyet barındırır.

Bergson’un anlattığı ikinci kişinin ahlakı aslında gerçek, doğru ve değerli olan ahlaktır şahsi görüşüme göre. Dediğim gibi toplumlar kurallarını sorgulamazlar, hatta sorgulanmasından rahatsız bile olabilirler. Toplum kuralları yüzyıllar içerisinde yavaş yavaş değişir ve burada sahte mürşid olarak adlandırabileceğimiz insanlar da devreye girebilir. Ancak üstün insanın ahlakı sorgulanarak inşa edildiği için hata payı barındırabilse de bu toplumun geleneksel kurallarına nazaran çok daha düşük olacaktır. Sorgulanarak inşa edilen ahlaktaki hata payının nedeni insan nefsinin bilinçsizce de olsa sonuçlara müdahale etmesidir. İnsan kendisini ruhsal anlamda geliştirdikçe hata payı giderek düşer. Jainism’de Kevala Jnana adı verilen ve her şeyi bilen insanlar mevcuttur. Ruhsal anlamda tepe noktaya erdikleri için düşüncelerine parazit karışmaz ve bu sayede istisnasız her şeyi yanılma payı olmaksızın bilirler. İmam Gazali, Bediüzzaman ve Hesychasm ekolünün kurucusu Palamas da ruhsal gelişme konusunda bu görüştedirler. Tabi bu kişiler bunun için farklı yollar önermişlerdir. Şahsi görüşüme göre hepsi geçerli yoldur, kişi mizacına en uygun yolu seçmelidir. Rudyard Kipling’in Eğer şiirinin bu mertebeye ermiş kişiyi tarif ettiğini düşünüyorum. Size garip gelmiş olabilir her şeyi bilebilmek konusu. Fakat Sokrat ile size bir ispat yapacağım. Sokrat’a göre insan her şeyi bilir ama hatırlaması gerekir. Buna da sorgulama silsileleriyle ulaştığını düşünmektedir. Sezgi ise bu sorgu silsilelerinin bilinçaltı tarafından yapılmasıdır. Sezgi ile bu sonuçlara çok çok daha hızlı ulaşılabilir. Kehanet ve Medyumluk gibi kavramların bilimsel temelinde de bunun olduğunu düşünüyorum. Bilinç üstünün kaydetmediği şeyleri bilinçaltının kaydedebileceği de unutulmamalıdır. Deyim yerindeyse sezgi varken Akıl-Mantık bence amelelik işidir. Zaten tarih boyunca sezgi hep vahiy ve ilham gibi tanrıdan gelen bilgi olarak görülmüştür.

Bir diğer husus da toleranstır. Peki ya ne kadar tolerans? Şahsi görüşüme göre karşı taraf ne kadar tanıyorsa. Birbirinden çok farklı anlayışlar vardır. Tek bir doğru yoktur çünkü bir yüzü bir şey anlatırken öbür yüzü çok başka bir şey anlatabilir. Olaylarında tek bir yönü yoktur. Bu yüzden adalet her iki tarafı da dinlemektir. İnsan sadece bir yüzünü görebilir. Ama bütün resimler birleşince gerçek ortaya çıkar. Mevlana’nın Mesnevisindeki Körlerin Fil Tarifi hikâyesi bunu çok güzel anlatmaktadır. Örneğin bugün biz İnsan kurban etmeyi kabul edilemez buluyoruz. Hıristiyanlık öncesinde ise yaygındı. Bir de şöyle bakın: Değerli bir şey kurban edilir. Herhalde çerçöp kurban edilmez. İnsanı değerli gördükleri için kurban ediyorlar. Ya da mesela Hindistan’da gelin yakma. Batılılar ve Batıcılar şiddetle karşı çıkmıştır. Arkasındaki mantık ise şudur: Kadınlar yaşlı erkeklerle miraslarına konmak için evleniyordu ve yaşlı erkek ölünce de miraslarına konuyorlardı. Bunun önüne geçmek için konmuş bir önlemdir. Dediğim gibi toplumlar kurallarını sorgulamazlar. Toplum kurallarının doğruluğu ve yanlışlığı birçok zaman tabu olsa bile aslında tartışılmalı ve sorgulanmalıdır.

1 cevap
  1. Ahmet Tuna
    Ahmet Tuna says:

    Yazıda bahsi geçen Kipling’in Eğer isimli şiirini ben de çok önemsiyorum ve bu nedenle şiirin Bülent Ecevit çevirisini buraya yazmak istedim:
    Çevrende herkes kendini kaybeder
    Bunun da suçunu sana yüklerken
    Sen kendine hâkim olursan eğer,
    Bütün âlem senden şüphe ederken
    Hem yer bırakır o şüphelere
    Hem kendine inanabilirsen;
    Bekliyebilirsen usanmadan,
    Yalanla karşılamazsan yalanları,
    Kendini evliya sanmadan
    Affedebilirsen kin tutanları;

    Hayale kapılmadan hayal kurabilir,
    Kendini aldatmadan düşünebilirsen eğer;
    Zafer ve bozgun, bu iki yalancı,
    İkisi de gözünde bulmazsa değer;
    Sözlerini evirip çevirenler
    Sana tuzak kurarken aklınca
    Gülüp geçebilirsen bunlara sen;
    Ömür verdiğin işler yıkılınca
    İşlere yeniden koyulabilirsen;

    Döküp ortaya varını yoğunu
    Bir yazı-turada kaybetsen bile,
    Kayıplarını dolamaksızın dile
    Baştan tutabilirsen yolunu;
    Yüreğine «dayan» diyecek
    Azimden başka şeyin olmasa da sen
    Takıp dişini tırnağına
    Sonuna kadar dayanabilirsen;

    Halkla kaynaşıp asil kalabilir,
    Kırallarla dolaşıp alçak gönüllü olabilirsen;
    Ne düşman ne dost incitemezse seni,
    Ne küçümser ne büyültürsen hemcinsini;
    Ve bilirsen her dakkanın değeri
    Ne kadar yol, ne kadar emektir,
    Senindir bütün dünya ve nimetleri,
    Üstelik, oğlum, adam oldun demektir.

    Cevapla

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Ahmet Tuna için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir